27 Ağustos 2009 Perşembe

Unutulmaz olmak için yüreğini koymalısın



Beşiktaş Kabalcı'nın yanından Kazan'ın arkasına çıkan kestirmeyi yürürken yan taraftaki duvarda ilk gördüğümde o üç silueti geçendi bu aklımdan. Duygulardan daha belirleyici ve önemli ne olabilirdi şu hayatta ve bu üçü, birçoklarının yüreklerindeki yerlerini nasıl koruyordu, duvarlara damgalarını vurduracak kadar hem de. Endüstriyel diye diye sermaye ettikleri futbolun nankör kodamanlarına inat, 15 yıldır gol atıp sevindirmedikleri o tribünlerdekilerce nasıl da unutulmamışlardı. Başlangıç ve bitiş noktası belli ve kesin, uzatmaları benzer, hakemi eksik, üzüntüsü, sevinci fazla ve karmakarışık ve iç içe geçmiş. Bir maç ve bir hayat, aralarında ne acımasız benzerlikler var. Maç biter, eninde sonunda. Sen on binlerin keşmekeşinden ayrılırken kornerleri, penaltıları, faulleri, 3-0'ı veya 1-1'i götüremezsin cebinde veya kalbinde, ne de elinde. Hafifçe ısınmıştır yürek ya da yeni, ufak bir çizik almıştır yine. Yaşama da haydi derken yanında bagaj almana izin var mıdır ki ? Artık seni sen değil, arkanda kalan anlatabilir ancak. Su ve kurşun geçirmez olan duygulardır en nihayetinde, ve şu hayattaki en ve tek gerçeklikler. Son vedada hüznünün, saklamaya çalışmana rağmen usulcacık ıslattığı gözlerinin ta en içi gülüyorsa karşındakininkilere bakarken ister istemez ve onunkiler de eşlik ediyorsa buna elinde olmadan, bu bir veda mıdır ki artık ? Bembeyaz gömleğin üzerine geçirilen simsiyah kazak kalbin yakışıklılığını yüzüne de vurur, hem de nasıl... Beklemezken hiç sesini duyduğunda nasıl da çocukca ve nedensizce mutlu olduğun bir dostun verdikleri gibidir, bu güzel adamların varlığını hatırlamak. İnsana hayatın aslında pek de öyle bir şey olmadığını anımsatır yine öğretmen edasıyla. Yüzünü görmek için rüyaya dalman gerekenleri de bazen. Eski, mutlu günler, yeni, mutlu ve günler, haftalar ve onların sonları... Zaman kavramının soyutluğu nasıl da paçayı ele verir böyle, ve yüreğin mutlak hakimiyeti her türlü boyut ve kavramın nasıl da üzerindedir. Yazın sonu ve son baharın başlangıcı. Açık camdan yüz bulan soğuk odayı esir alırken yorganına teslim olursun yüreğinin tüm dinginliğiyle. O anda taa en uzaklardaki eski dostunu hatırladığında, dudağının kenarında ve kapalı olsa da gözlerinin içinde beliren gülümseme. İnsan başka ne ister ki ?

Şampiyonlar Ligi 09/10 - B Grubu

Manchester United
CSKA Moskova
BEŞİKTAŞ
Wolfsburg

Daha öncesinde 5. torbadan Tottenham'ı çekmek gibi inanılmaz tecrübeleri olan Beşiktaş, bu kez de 4 . torbadan Alman şampiyonu Wolfsburg'u çekiyor ve kendine ait rekoru geliştiriyor...

21 Ağustos 2009 Cuma

İşte taraftar, işte şampiyon

Bir de kadınlar futboldan anlamaz derler. Bakın ablamız nasıl da bir Beckenbauer, bir van Gaal tadında cevaplıyor soruları.



Mükemmel, üç, yok...

16 Ağustos 2009 Pazar

Ne penaltılar gördüm zaten yoktular

Beşiktaş-Antalyaspor maçı yanılmıyorsam. Dönemin flaş ismi Ayhan gole çok yakın ama rakip takımın çiçeği burnunda transferi Bruce Lee tehlikeyi son anda nazikçe savuşturuyor. Hakemin kararı; devam.




Yarınki Antalyaspor maçına ithafen...

13 Ağustos 2009 Perşembe

Aşk bir zafer marşı değildir


Çok istersin de birşeyi ama o olmaz ya bazen. Basitçe, efendice, usulcacık olamaz işte. Hiçbir şey de edemezsin hem de. Sebep sonuç bağlantılarını fazla kurcalamak bozuverir her şeyi. Kaderi kabul değişik bir güç verir bu anlarda ama yine de isyan edemeden duramayacağın öyle özneleri vardır ki en acı hatıralarının... O soğuk İsveç takımıyla yaptığımız rövanştaki kara gömlekli Fransız gibi. Nasıl da vermemişti golümüzü daha en başta. Nasıl da gitmişti o maç ve tur ve Devler Ligi. Nasıl vurulmuştu çok kişi kalbinden ve beyninden ve ben nasıl da üzülmüştüm tek basamaklı yaşlarımda daha. Yaşım sayı doğrularına sığmamaya başlamışken bu kez, 3-0'dan 3-3'e gelen Valerenga bozgunu nedense çok koymuyor. Gece yarısı tesislerde Şifo'nun, ilk yarı bitince okula gideceğinden uykuya yatırdığı çocuğuna sabahleyin ona sevgilisinin ettiği dillere destan kötülüğü nasıl söyleyeceğini soran babayı dinlerken başını öne eğişi daha çok acıtıyor içimi. İçinde türlü Vezüvler patlarken kızamamak bu olsa gerek. Birini, bir şeyi seversin ya neden aramaksızın; arkadaş, eş, dost. Kızdırsa da seni gözlerine bakarsın en çok dudağının kenarında teessüflerini ileten şeytani bir kıvrımla, için elvermez herhangi biri gibi cevaplamaya, bağırmaya, çağırmaya. Öyle oldu işte o gecede ve sonraki çok gecelerde 25 bin aşığının önünde onları aldatan için. O dönemlerde daha hiç tanışmıyoruz onunla bu arada, ne acayip şey. Bir gün çakıştıracağın doğrular nasıl da paraleller uzay düzleminde hiç kesişememecesine. Gerekçelendirilemeyen sevgisi iyice tutsak etmişken, aramayıp sormayıp bir anda gelen uzaktaki gibi, aklına düşmüşken sakin bir öğleden sonrası aniden ve ne patavatsızlıkla karşına çıkan gibi kalbine dokunur ve ısıtır. Başta ve sözde senin içindir bu, ama mahkumiyetini katmerlemekten başka da işe yaramaz. Sarhoş edici yanını görürsün aşkın, bu kez acıdan değil de sevinçten. İşte oradadır her şeyin koşulu ve sen zafere ve sonsuzluğa çok yakınsındır sanki bir dokunmalık mesafe gibi. Yorgunluktan hücrelerin acırken duyulan o sesin verdiği kadar en az güçlenirsin, canlanır ruh ve beden. Yüzyıllardan beri son iki kayıp parçasını bekleyen yapbozun özledikleridir İnönü ve Boğaz. Birinin martılarının çığlıkları, diğerinin aşıklarının çığlıklarına karışır zaferler yaşanırken. Ama o çığlıklar öyle bir karışır ki, hiç de bilemezsin. Aç kalan martıların çığlığı, yıllardır şampiyonluğa aç sevgililerin çığlığı, ambulans ve üçüncü çoğul şahısların arabalarının çığlığı farkına vardırır seni çok şeyin, uyandırır. Aşk bir zafer marşı değildir. İstediğin makamdan öyle bir şarkıdır ki, onun müziği ve sözleri gelince hasbel kader kulağına, tam da ortasında yakalandım her şeyin dersin. Hüzün esir aldığında bir kaç tekrardan sonra, iç içe geçersin zafer ve mağlubiyetle, artık buraların müptelasısındır. Yaşam gemisi ne tarafa çekerse o gün, dudağının sağ veya sol tarafını şeytanca yukarı kıvırmaktan başka bir şey edemeyecektir. Tutsaklık, kafandan alıp omzuna koyar her türlü yükleri ve bu insanı rahatlatır nedense. Günü geldi de, öyle çok üzdün ki sevdiklerini ama yine de daha da bağlandılar sana. Belki de sahte aşıkların uzaklaşıyor diye. En kötü günlerinde bile ağaçlı yolda yalnız yürümedin ve rakiplerin Dolmabahçe'nin kasvetli ve insanın ruhunu ezen ağırlığının üstüne bir de on binlerce sevgilinle dövüşmek zorunda kaldı ki, hiçbiri oraya galibiyet şarkıları söylemek için gitmemişti. Onun yolunun üzeri diye değiştirilen veya anlam kazanan rotalar kadar, sen de sürükledin sevenlerini haritaların köşelerine. Ama ne o beklenirken, ne de sana gidilirken karanlığı yırtmak için çalınan ıslıklar bir zafer şarkısı fısıldamadı rüzgârın kulağına ve bu yine de mutlu etti herkesi.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Ruh, Semt, Takım

İki kıtayı bağlayan şehrin başkentidir Beşiktaş. Çok anlamda Doğu'yla Batı'nın ortasında kalmış insanların ülkesinin eski merkezi. Köyiçi'ne de buranın başkenti desek yanlış olmaz belki. Çelişkilerin, arada kalmışlıkların unutulduğu bir anlam ve boyut vardır burada. Vakti zamanında semtin çocuklarınca kurulan kulüp, arması ve renkleri, taraftarı ve türlü simgesiyle her köşesindedir buraların, mutlak hakimidir. "Başka sevdalara Kapalı'yız" gibi, ilk bakışta gayet arabesk ve klişe görünecek pankartın dile getirmek istediği gerçeklik budur. Köyiçi'nde doğan bu ruhun zamanı geldiğinde tüm ülkeye yayılmış olmasına karşın halâ ve asla ve iyi ki kaybetmediği o yerel tavırları ve durumudur Beşiktaş'ı özel kılan. Fulya'lı günlerde maç öncesi takım otobüsünün tesislerden çıkmasını bekleyen küçük çocuk için bir gün kazanılan Barcelona veya Chelsea maçları ironik ve akılalmaz derecede sevindiricidir. Siyah beyaz formasını giyip kardeşiyle tesislerin her zaman açık, paslı kapısından giren çocuk taş tribünlerden kendini toprak sahaya attıktan sonra Beşiktaşlı bir futbolcudur bir kaç saatliğine. Yan taraftaki çim sahada Fevzi Abi'si ter dönerken, o yan tarafta bu hikayeye ortak olabilir kendince. Bu yüzden o gece o topu sadece Fevzi değil, o da ıskalayacaktır. Kaybedilen şampiyonluğun hüznü ve acısı o misli büyüktür dolayısı ile, ama tutsaklığı da aynı derecede öyledir, hatta daha da büyür her başarısızlıkla. Yıllar yıllar sonra, bir Mayıs akşamı Fevzi'nin ıskaladığı şampiyonluğu, aynı renkler karşısında kazanmaya ramak kalmışken, Köyiçi bomboştur. Herkes ve her şey, semtin az ötesindeki "misafir odası"nda oynanan oyunu izlemektedir televizyonlu odalardan, "Kazan" dairelerinden ve bir çok yerlerden. Kulaklarda yankılanan eski zaman tezahüratlarının sesi yavaş yavaş yükselir ve üç harfli, sihirli bir sözcükle patlar: GOL ! Bir anda caddeler ve sokaklar, meydanlar ve balkonlar, genç ve yaşlılarla, çoluk ve çocuklarla istila edilmeye başlanır. Yanan meşaleler bizim mahallenin takımının mutlak zaferini müjdeliyordur. Genç kızların apartman balkonlarından yaptıkları karşılıklı tezahüratlar, 15 yıl aradan sonra gelen şampiyonlukta semt esnafının ücretsiz dağıttığı siyah zeytin ve beyaz peynir takımını hatırlatır. Fevzi'yle birlikte oynadığı o maçın travmasını nihayet üzerinden atacaktır eski çocuk, yeni genç. Bu kez Cordoba'yla karşılıklı idman yapamamıştır ve ileride hiçbir zaman da yapamayacaktır, ama onlar halâ bizim semtin anlı şanlı mahalle takımıdır ve aslolan da bu ruhtur. Zafer ve bozgunlar, bu aşk gezegeninin yörüngesinde dönen uydulardan öteye gidememiştir hiçbir zaman.




NOT: Fotoğraf, National Geographic Türkiye dergisinin Haziran 2003 sayısından alıntıdır.