31 Ekim 2009 Cumartesi

Aboneyim abone

Şu ligde en rahat izlediğim maçlardır Ankaragücü maçları. Sebepsiz de değil bu güvenim tabii ki. 6 sezon ve 11 maçtır ligde puan vermediğimiz tek rakip kendileri zira. Bu akşam da İsmail Köybaşı'nın siyah beyazlı formayla ilk golüyle üst üste 11. kez kazandık sarı lacivertli formaya karşı. Sahada basmadık yer bırakmayan, ileri çıkışlarında tehlike yaratan, savunmada son müdahaleleri ve mücadelesi ile alkış toplayan genç oyuncu gerçekten umutlandırdı Beşiktaşlılar'ı gelecek için. "9 sezonda 9 orta" lakâplı İbrahim Üzülmez'i, Wolfsburg karşısında yine ilk 11'de göreceğime kalıbımı basarım derken, Ankaragücü'ne karşı oynadığımız son 11 maçın listesini de ekleyelim.

2004/05 Ankara 4 – 1
2004/05 İnönü 4 – 1
2005/06 İnönü 4 – 2
2005/06 Ankara 3 – 2
2006/07 İnönü 2 – 1
2006/07 Ankara 1 – 0
2007/08 İnönü 3 – 1
2007/08 Ankara 2 – 0
2008/09 İnönü 1 – 0
2008/09 Ankara 3 – 1
2009/10 İnönü 1 – 0

30 Ekim 2009 Cuma

Zor dostum zor

Eurocup'ta kuralar çekildi. Beşiktaş D Grubu'nda, İspanyol Joventut Badalona, Rus Unics Kazan ve Alman Telekom Bonn ile çekişecek. Rakiplere yakından bir bakalım isterseniz.

Joventut, geçen yıl İspanyol Ligi'nde normal sezonu 5'incilikle tamamladı, play-off'ların ilk turunda Real Madrid'e boyun eğmekten kurtulamadı. En yenisi 1992'de olmak üzere tarihinde 4 İspanyol şampiyonluğu bulunan Katalonya temsilcisi Avrupa kupalarında canavar gibi. Farklı kupalarda 5 kez kıtanın en iyisi olan güçlü takımın bu alandaki son zaferi, 2008'de kaldırdıkları ULEB Cup. Ama hatırlatalım, o ekibin önemli isimlerinden Ricky Rubio ve Rudy Fernandez artık takımda değiller. Yine de, grubun en büyük favorisi Joventut.

Unics Kazan, Rus Ligi'nde normal sezonu 4'üncülükle tamamladı. Kadrosunda Marko Popovic, Loncar ve Stombergas gibi tanıdık isimler var. Kendi liglerinde hiç şampiyon olamamasına karşın Avrupa Kupaları'nda belli bir tecrübe ve başarıya sahip bir takım olan Kazan, bu sene Rusya Kupası'nı müzesine götürmeyi başardı.

Telekom Bonn, Alman Ligi'nde 2 sezondur final serisine kadar yükselmesine rağmen önce Alba Berlin'e, sonra da Oldenbourg'a kaybederek şampiyonluktan oldu. Kadrosunun büyük bölümünü ABD'li oyuncuların oluşturduğu ekibin arkasında büyük bir sponsor gücünün olduğunu da ekleyelim.

Görüldüğü rakipler oldukça dişli. Gruptan çıkabilmek için Akatlar'daki 3 maçı da almak elzem, zira deplasmanda maç kazanmak pek kolay olmayacak gibi. Ancak bunun da yeterli olup olmayacağı soru işareti.

Öyle bir geçer zaman ki #3

Juan Francisco Garcia. "O da kim ?" diyenleriniz vardır eminim. Daha bilinen şekliyle söyleyelim. Juan Fran, Vicente Del Bosque ile girilen 2004/05 sezonunun sayısız transferinden yalnızca biriydi. Celta Vigo'dan 3,5 milyon avroluk bonservisle alınan İspanyol sol bek, yanılmıyorsam o dönem ülkesinin milli takımında da oynuyordu. Devre arasında Del Bosque'nin görevine son verilmesinin ardından Juan Fran da sezon sonu Ajax'a kiralanmış, ertesi sezon da Real Zaragoza'ya bedavaya (veya komik bir bedele) satılmıştı. Şimdilerde kariyerinin son günlerini geçiren 33'lük İspanyol, uzaklarda değil bize. Ege'nin karşı yakasında, AEK forması giyiyor.

Carew mi dediniz ?

Medyaya yansıyan dedikodulara göre sözleşmesi sezon sonu bitecek olan Bobo, devre arasında satılıp John Carew geri alınacakmış. Aston Villa forması giyen 30 yaşındaki Norveçli, 2005’te 7,6 milyon avroya Lyon’a satılmıştı. Olur mu dersiniz ?

29 Ekim 2009 Perşembe

Efsane mi olacak hayal kırıklığı mı ?

Deivson Rogerio da Silva, ya da bilinen adıyla (daha doğrusu lakâbıyla) Bobo 2006 yılının soğuk Ocak ayında yaşamında ilk kez İstanbul’a ayak basıyordu. 21 yaşındaki genç Brezilyalı takımı Corinthians’tan başka hiçbir takımda forma giymemişti daha ve Tigana’lı Beşiktaş, onun ilk yurt dışı tecrübesiydi. 150 bin dolar civarında bir ücrete kiralanmıştı sadece, sonsuza dek dünyanın diğer ucundaki bu ülkede kalacak değildi ya ? Brezilya U-20 Milli Takımı’nda oynuyor olmasına rağmen, bu transfer medyada “Yeni bir fiyasko mu olacak” gibi temenniye benzer yorumlarla kutlanacaktı; “Her Brezilyalı O’nun kadar forvettir”! Ancak Bobo, takvimler 10 Şubat 2006’yı gösterirken, henüz ilk resmi maçında Diyarbakır deplasmanını boş geçmiyor ve siyah beyazlı formayla açılışını yapıyor, eleştirilerin yersizliğini kanıtlayacağının sinyalini veriyordu. (Not: Maçı 3-1 Beşiktaş kazanırken, siyah beyazlılar ligde 19 yıl aradan sonra Diyarbakırspor’u deplasmanda yenmiş oluyordu. Hatırlatmakta fayda var, bu 19 yılda yapılan maç sayısı ise 4. Ayrıca Beşiktaş’ın diğer 2 golünü kaydeden diğer yeni transferler Tomas Jun ve Gökhan Güleç de siyah beyazlı formayla ağları ilk kez sarsıyordu). Çoktan kaybedilmiş 2005/06 sezonunun ikinci devresi Tigana yönetimindeki yeniden yapılanma sancılarıyla geçerken, ligi 3. bitiren Beşiktaş’ın tesellisi Bobo’nun da golleriyle önemli katkı yaptığı ve finalde 3 Mayıs 2006’da İzmir’de Fenerbahçe karşısında alınan 3-2’lik galibiyetle taçlanan Türkiye Kupası serüveniydi.

Yeni sezon başlarken Beşiktaş camiası, Bobo konusunda tam bir ikilemdeydi. Boğaz’ın öte yakasından bedelsiz olarak alınan Nobre’nin de varlığı, “Bobo geri gönderilecek” düşüncesini akıllara düşürmüştü ki, gelecek vaadeden Brezilyalı’nın 2.5 milyon avro karşılığında bonservis bedeli ile birlikte transfer edildiği haberi geldi. Bu noktada Tigana’nın genç oyunculara verdiği önem, belki de Beşiktaş’ın şansı olacaktı. Henüz Kasım ayına gelindiğinde Bobo 11 gol kaydetmişti bile ve artık o siyah beyazlı taraftarların “yeni umudu”ydu. 2006/07 sezonu, 2’incilikle kapanırken, Tigana da göreve veda edecekti. Erciyesspor karşısında uzatmalarda 1-0 kazanılan kupa finalindeki golü, Bobo’nun belki de bir şükran borçlu olduğu Tigana’ya son hediyesiydi.

2007/08 sezonu Ertuğrul Sağlam ile 2-1 kaybedilen Süper Kupa finali ile başlarken, gol Bobo’dan gelecekti. O sezon Avrupa Kupaları’nda 4 gol kaydeden Bobo’nun (2 Sheriff, 1 Liverpool, 1 Marseille) efsanevi Liverpool zaferinde maçı koparan 80. dakika golü “Çok babasın Bobo” terimini futbol literatürümüze sokarken, Marseille karşısında galibiyeti getiren sayısı da gerçekten usta işiydi ve tribünlerin sevgisini bir kez daha tazeliyordu kendisine. Bu arada 2007 Ekimi'nde Trabzon deplasmanında 2-0 geriden gelip 3-2 kazanılan maçta Kara Kartallar’ın 3. golünü atan Bobo, hakemin 79’uncu dakikada Rüştü’yü haksız bir şekilde oyundan atması üzerine kaleye geçmek zorunda kalmış ve uzatmalarla birlikte 15 dakika bu mevkiide başarıyla görev yaparak Pancu’nun tahtına ortak olmuştu; “Trabzon Kaplanı Bobo” !

Şampiyonluktan uzak geçen tam beş sezon sonrası, 2008/09 sezonuna girilirken camia sabırsızdı. Bu arada, Bobo’nun sözleşmesi yenilenmiş ve ücreti artırılmıştı. Medyaya yansıyan “Gitmek istiyor”, “Bobo satılacak” haberleri tribünlerde Brezilyalı forvete karşı yavaş yavaş çatlak seslerin duyulmasına neden oluyordu. Zaman zaman savrukluğundan, zaman zaman maç seçmesinden dem vurulurken, yine de Bobo’nun geleceğinden ümitli taraftar sayısı çoğunluktaydı. Geçen sezonun devre arasında Holosko’nun da transfer edilmesi, Beşiktaş’ın hücum hattı için varyasyonlarını çok çeşitliyordu. Bu arada Bobo, Dunga tarafından Brezilya milli takımına da davet edilmiş ancak forma giyme şansı bulamamıştı. İşte tüm bu karmaşanın içinde başlayan sezon Beşiktaş için çok şeye gebeydi. UEFA Kupası’nda henüz 1. turda Metalist Kharkiv karşısında alınan 4-1’lik bozgun, siyah beyazlılarda teknik adamlık koltuğunu gençlikten tecrübeye devrediyordu; Mustafa Denizli Beşiktaş’ın yeni patronuydu. Ligin ilk devresi 6’ınclıkla kapanırken Bobo, ligde yalnızca 4 gol kaydedebilmişti. Ancak ikinci devre, kimsenin beklemediği şeylere sahne oluyordu. Bu periyotta oynadığı 25 maçta yalnızca 2 kez bileği bükülen Beşiktaş, 5 sezon aradan sonra 71 puanla şampiyonluğunu ilan ederken, İzmir’de kupa finalinde Fenerbahçe’yi 4 golle geçerek 8 yıl aradan sonra çifte kupaya ulaşan ilk takım oluyordu. Kupa finalinde kaydettiği 2 güzel golle yıldızlaşan Bobo, sezonu 19 golle tamamlayarak takımının en golcü ismi olacaktı.

Bobo, şu ana kadar attığı 65 golle Beşiktaş tarihinin gelmiş geçmiş en golcü yabancısı. Zago’nun önerisiyle Kara Kartallar’a kazandırılan oyuncu, üç buçuk sezonda 1 lig şampiyonluğu, 3 Türkiye Kupası, 1 de Süper Kupa sevinci yaşadı. Avrupa kupalarında attığı 7 golle, 9 gollü Pancu’ya 2 gol uzaklıkta ve o dalda da en golcü yabancı olması gayet olası. Görüldüğü gibi Bobo, maliyeti, yaşı ve istatistikleri göz önüne alındığında Beşiktaş tarihinin en iyi yabancılarından olarak görünüyor. Peki öyleyse, neden Bobo tartışmaları bir türlü dinmiyor ? “Beşiktaş’ın futbolcusu değil bu!” diyebiliyorsa bazı insanlar halâ, bu konuda Brezilyalı’nın da tamamen suçsuz olduğunu söyleyemeyiz. Bazen maç içinde kaybolması, 3 maç coşup 5 maç kayıpları oynaması, savrukluğu, konsantrasyon sorunu çözüm bekleyen negatif yönleri. Bu noktada, 8 milyon avroya kendisini satmaya çalışıp pazarlık 5 milyon avroya inince vazgeçerek oyuncuda kafa bırakmayan işbilmezlerin payını da verelim tabii ki. 2.5’a aldığınız ve kabul edelim ki yeri doldurulabilecek bir oyuncuyu satarak kâr etmek, kabul edebilebilir bir metod. Ancak bunu bir yöntem değil de ne amaçladığı belirsiz kişiler gibi yaparsanız, “8 veren olursa seni satarız” deyip sonra olmayınca “Haydi koçum sana çok güveniyoruz” derseniz, kulüp yönetmek olmaz bu.

Ve şimdi kötü bir haber; sezon sonunda Bobo’nun sözleşmesi bitiyor... Beşiktaş tarihinin en umut bağlanan yabancısı, elini kolunu sallayarak İstanbul'dan ayrılabilir önümüzdeki Haziran. Bobo, satılarak para kazanılmak istenen bir futbolcu mu yoksa 28-29'una kadar (ve belki de emekliliğine kadar) İnönü'de tutulacak çok sevilen bir sembol isim mi ? Buna karar verildikten sonra bu devre arası ya ilk alternatif gerçekleştirilmelidir ya da kontratı uzatılmalıdır. Yoksa potansiyel efsanemiz unutulmaz bir hayal kırıklığı olmaya çok yakın...

28 Ekim 2009 Çarşamba

Basketbolda gruplardayız

Eurocup eleme turu rövanş maçında basketbol takımımız Avusturya şampiyonu Kraftwerk Wels'i 100-81'le geçerek gruplara kaldı. Mire Chatman (34 sayı - 9 asist - 8 ribaund) ve Lonny Baxter'in (20 sayı - 3 asist -3 ribaund) performanslarıyla göz doldurduğu maçta pota arkası biletlerinin bile 15 liradan satışa sunulması gerçekten ilginçti. Türkiye'yi Beşiktaş'ın yanı sıra Galatasaray ve Türk Telekom'un da temsil ettiği turnuvada kura çekimi 30 Ekim'de. Grup maçları ise 24 Kasım'da başlayacak.

25 Ekim 2009 Pazar

Salı akşamı Akatlar'a !

Erkek basketbol takımı, dün ilk maçında güçlü Telekom'u dize getirerek rüştünü ispatlayan Antalya BB'yi 88-64'lük skorla geçerek ligde 2'de 2 yaptı. Burak Bıyıktay'ın öğrencileri, sezon boyunca güvencemiz olacak inatçı, mücadeleci, karakterli bir basketbol oynuyorlar. Bu noktaya kadar her şey güzel görünse de tablonun acıklı bir tarafı var. Akatlar'da takımı destekleyen Beşiktaşlı sayısı 200'den azdı Cumartesi öğleyin. 27 Ekim Salı akşamı da resim böyle olursa çok nahoş bir duruma neden olabiliriz zira takımımız Eurocup'ta gruplara kalabilmek için Avusturya şampiyonu Kraftwerk Wels'i ağırlıyor. Evet, rakip kesinlikle kalibremizde değil ancak ilk maçın 74-69 kaybedildiğini hatırlatmakta fayda var. İşi şansa bırakmamak ve elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan basketçilerimize destek olmak için; herkes Akatlar'a !

24 Ekim 2009 Cumartesi

Kabul edene kadar yenilmiş sayılmazsın

Eskişehir deplasmanında Ekrem Dağ'ın inatçılığı ve takipçiliğiyle kazasız dönülen 1-0'lık viraj, medya tarafından erken bittiği ilân edilen sezonda Beşiktaş'a can verdi. Kartal deyim yerindeyse geçen sezon olduğu gibi küllerinden doğdu. Oynanan futbol, özellikle yaratıcılık ve pozisyon zenginliği açısından hiç umut verici olmasa da, kendimizi aptal yerine koyup tüm bunları yoğun fikstüre bağlamak ve yarınki Fenerbahçe - Galatasaray derbisini beraberlik dualarıyla izlemek istiyor ve yalnız olmadığımı tahmin ediyorum derinden. Biraz iyimser olmak iyi gelecek bu aralar... Hem son 4 maçta sadece 1 gol yemedik mi ? :)

Bazen 21, 21'e eşit değildir

2000-01 sezonu. Yer İnönü, rakip Galatasaray. Pascal Nouma, boynunu kırma pahasına Şifo'nun kesmesine kafasını sokuyor ve golü yapıyor.
2009-10 sezonu. Yer İnönü, rakip Kasımpaşa. Serdar Özkan, yeni girdiği oyunda önünden yuvarlanan topa, hızla yaklaşan rakip kaleci korkusundan plaseyi yapamıyor.
2009-10 sezonu. Yer İnönü, rakip herhangi biri. Taraftarlar halâ "Pascal, Pascal, Pascal Nouma" diyor. İnsanlar, neden diye soruyor.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Kırılgan umutlar

Beko Basketbol Ligi'nde 2009/10 sezonu geçen hafta sonu oynanan maçlarla başladı. Beşiktaş, ilk sınavında konuk olduğu Darüşşafaka'yı 77-68 ile geçti. Geçtiğimiz yılların aksine bu kez kadrosunu darmadağın etme alışkanlığına bir ara veren siyah beyazlıların Akatlar'da taraftarına sunacağı yeni yüzler 4 tane; Engin Atsür, Lonny Baxter, Kevin Fletcher ve Brad Newley. İç transferde çok ciddi talipleri olduğu söylenen Cevher Özer'in elde tutulması sevindirici. Yenilere yakından bir bakış atalım. Engin Atsür, 12 dev adam'ın en miniklerinden. Geçtiğimiz sezon Efes Pilsen'de şampiyonluk yaşarken 25 yaşındaki guard fazla forma şansı bulamamıştı. Beşiktaş'ta Mire Chatman'ın 1 numaradaki yükünü azaltabilecek ve belki de kendini gerçek anlamda gösterecek şansı buldu nihayet. Ayrıca kendisi "harbi" Beşiktaşlı. Lonny Baxter, geçen yıl Yunanistan'ın Panionios takımında forma giymişti. Transferler arasında en umut vereni olarak görünen ABD'li pivot, 2008/09 sezonunda Euroleague'de ortalama 25 dakika süre bulmuş ve 11 sayı, 5 ribaund istatistiğiyle oynamıştı. 30 yaşındaki ABD'li pivotun kariyerinde Joventut, Montepaschi Siena ve Panathinaikos gibi duraklar da bulunuyor. 2.03'lük oyuncu, en zayıf pozisyonumuz olarak görünen pota altının en büyük umudu. Kevin Fletcher, Baxter'in pota altındaki tek dostu ve yardımcısı olacak koca sene boyunca. 2.07'lik pivot geçtiğimiz sezon Rusya Ligi'nde Enisey forması giymiş. 2007'de Aris'le Euroleague tecrübesi yaşayan 29 yaşındaki ABD'li takıma katma değer yaratacak bir isim değil kesinlikle. Umarım kapasitesinin üzerine çıkar ve bizi yanıltır. Brad Newley, Yunan Ligi takımlarından Panellinios'tan alındı. 24 yaşındaki Avusturalyalı forvet, Cevher'e ayak uydurabilirse takım için rüzgâr olumlu esmeye başlayabilir ancak bu noktada fazla umutlanmamakta fayda var.

Son 5 yıldır normal sezonu ilk 5'te bitirmesine rağmen yalnızca bir kez final serisi heyecanı yaşayabilen Kara Kartallar'dan bu sezon da benzer bir başarı beklemek hayalcilikten de öte sayılır. Karakterli bir basketbol ve kadronun dağıtılmayarak seneye gerekli takviyeler yapıldığında iddialı bir takım olabilme potansiyelinin korunması, bu sezon için gerçekçi ve yeterli hedeflerdir. Minimum maliyetle kurulmuş bu kompakt ekibin ligde 4'üncülük veya 5'inciliği elde edeceğini ve play-off'larda yine çeyrekte kalacağını düşünüyorum. Femerling'li Antalya karşısında bugün verilecek sınav bu düşüncelerimizi bir nebze tasvip veya tekzip edebilir.

19 Ekim 2009 Pazartesi

UEFA'nın sektirmediği

UEFA, resmi internet sitesinde sıçrama yapması beklenen yükselen yıldızlar temalı bir yazı yayınladı. Hipermetrop medyamızın "bonservis bedeli havaleleri" arasında ıskaladığı İsmail Köybaşı, bu listeye girebilen tek Türk futbolcu. Genç oyuncu, sessiz ve derinden yetişiyor. Belki de en güzeli! 20 yaşında 3 kez A milli formayı giyme şansını elde etmesi, Şampiyonlar Ligi gibi en üst düzey organizasyonlarda oynayarak tecrübe ediniyor olması genç sol bekin artıları. Bu noktada en önemli görev belki de Mustafa Denizli'ye düşüyor. Nispeten zirveden uzak kalınmış bir sezonda, İsmail'de her şartta ve ne performans verirse versin ısrar etmek, geleceği kazanmak açısından bir boyun borcu.

18 Ekim 2009 Pazar

Hoşgeldin Kaptan !

Beşiktaş, krizle başlayan sezonda ilk kez iki maç üst üste kazanarak (hükmen galip ilân edildiği Ankaraspor maçını da sayarsak son 2 haftada 9 puan toplayarak) yoğun bakım odasından çıkmış durumda. 2-1'lik Kasımpaşa maçının ilk 35 dakikası haricinde oynanan oyunsa, Kartallar'ın sıradaki durağının Wolfsburg deplasmanı olduğu hatırlandığında pek de iç açıcı sayılmaz. Sevindirici olansa, takımın paniğe dönüşen yüksek tempo telaşesinden vazgeçmiş olması, Tabata'nın yaptığı 2 asistle özgüven depolaması ve nihayet Nihat'ın golle tanışarak siyah beyazlı taraftarın yüreğini tekrar umutla doldurması. Geçtiğimiz sezon Villareal'de çok az forma şansı bulabilen ve hiç gol kaydedemeyen Nihat'ın, kondisyon eksikliğinin üstesinden tamamen gelmesine az kalmış gibi. De facto kaptanımıza yürekten bir yuvana hoşgeldin !

Bu sezonki suskunluğunu bozan Bobo'nun da, önümüzdeki günlerde moral motivasyonu açısından güçleneceği kabulü, iyimserlikten çok tecrübeyle sabit sayılmalı. Kazanırken kaybedilenler Ferrari, Sivok ve Ernst'in, takımın epeydir en formdaları olduğu bir gerçek ancak Eskişehir deplasmanında yerlerini alacak İ. Toraman, İ. Kaş ve Fink üçlüsünden ortadaki hariç, diğer ikisine güvenimiz de tamdır. Bir not da tribünlere. Yaratıcı Beşiktaş taraftarı yine en optimal çözümü bulmuş. Maç esnasında takıma destek, gol sonraları ve uzatmalarda yönetime hakettiği protesto. Ocak kongresine kadar işler böyle gidecek sanki.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Sırat köprüsü

17 Ekim: Beşiktaş - Kasımpaşa
21 Ekim: Wolfsburg - Beşiktaş
24 Ekim: Eskişehir - Beşiktaş
31 Ekim: Beşiktaş - Ankaragücü
3 Kasım: Beşiktaş - Wolfsburg

18 gün, 5 kritik maç. Camianın ve tribünlerin karmakarışık bir anında ağırlanacak dirençli Kasımpaşa, golcüleriyle korkutan Wolfsburg'a Almanya'da kritikten de öte bir ziyaret, Fenerbahçe ile Galatasaray'ın karşılaştığı haftada ligde hâlen yaşayabilmek için beraberliğin bile çok lüks kaçacağı bir Eskişehir deplasmanı, seriye bağlanması gereken bir Ankaragücü maçı ve Avrupa'da tamam veya devam dedirtecek Wolfsburg kapanışı. Şu 18 gün sonrasında sezonun geri kalan 180 günün bir anlamı olup olmayacağı ortaya çıkacak kısacası. Haydi hayırlısı...

12 Ekim 2009 Pazartesi

İstersen donatalım damperleri bayraklarla

Kupa konvoyunda bir kamyon. Korna seslerine damperini kaldırıp indirerek eşlik ederken Beşiktaş ambleminin sağına ve soluna nakşedilmiş "siyah beyaz - ölüm yaşam" denklemi de gözlerden kaçmıyor. Bu ne büyük aşk, şanlı Beşiktaş dizeleri geliyor insanın aklına ister istemez.

11 Ekim 2009 Pazar

İlk Şampiyonlar Ligi hikâyesi

UEFA'nn 1992 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası'nda format değişikliğine giderek turnuvayı Şampiyonlar Ligi adı altında çok daha büyük ve heyecanlı bir organizasyona çevirmesinden sonra Beşiktaş'ın, gruplara ilk katılımı 1997/98 sezonunda gerçekleşmişti. Ön eleme turunda Sloven şampiyonu Maribor'la eşleşen Kara Kartallar, İnönü'deki ilk maçta 0-0'lık skorla zayıf rakibiyle yenişemeyince yine akıllara "Acaba" soruları ve makus Avrupa kupası talihi hikâyesi düşmüştü ister istemez. Neyse ki turun ikinci ayağı Şifo Mehmet, Tayfur ve Amokachi'nin golleriyle 3-1 kazanılmış ve Beşiktaş tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi gruplarında mücadele etme şansını yakalamıştı.

Siyah Beyazlılar'ın gruptaki ilk maçları Almanya'da Bayern Münih'leydi. Alman şampiyonu Tarnat'lı, Mehmet Scholl'lü, Elber'li, Matthäus'lu kadrosuyla tecrübesiz konuğuna şans tanımamış ve sahadan 2-0 galip ayrılmıştı. Bu maçtan 15 gün sonra ise İnönü, ilk kez bir Şampiyonlar Ligi maçına ev sahipliği yapıyordu. Rakip, önceki sezon Fransız Ligi'ni ikinci tamamlayan PSG idi. Delicesine yağan yağmura rağmen Beşiktaş taraftarı her zamanki gibi tam kadro oradaydı ve henüz maçın başında Oktay Derelioğlu 23 numaralı formasıyla ağları havalandırdığında patlayan "Goooooool" sesi mübalağasız 10 saniyeye yakın bir süre dinmemişti. Yıllar yıllar sonra hüzünlü bir şekilde takımdan ayrılacak olan Oktay, bir süre sonra Fransız filelerini bir de kez daha sarsmış ve durumu 2-0'a getirmişti. Paris temsilcisinin tribünleri geren sayısına cevap, maçın sonlarına doğru Amokachi'yle gelişen atağı noktalayan Ertuğrul'la gelecek ve tarihe geçecek 90 dakika nihayet sonlanacaktı; 3-1. Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi'ndeki ikinci maçında dönemin güçlü takımlarından Paris-Saint-Germain'i güzel bir futbol ve üç golle devirerek Avrupa kupaları şanssızlığını üzerinden atmanın sinyallerini vermişti işte...

Grubun üçüncü maçı yine Dolmabahçe'de, kendi liginde 4 sezondur şampiyon olan Göteborg ileydi. (Not: Göteborg 1990-1997 yılları arasında şampiyonluğu yalnızca 2 kez kaybetmiştir) İsveç temsilcisi de, Fransızlar gibi İnönü'de Oktay tarafından vurulacak ve Kara Kartallar 1-0'lık sonuçla 3 maçta 6 puana ulaşarak harika bir başlangıç yapacaktı. Grubun belki de kader maçı, Göteborg'taki rövaştı. Henüz maçın başlarında 2-0 mağlup duruma düşen Beşiktaş, daha sonra yine Oktay'la bir sayı bulsa da, İskandinavya'dan puan getiremiyor ve belki de gruptan çıkma şansını PSG deplasmanı ve Bayern maçına bırakarak işini zora sokuyordu. Nitekim, Alman temsilcisi İnönü'de yine 2-0'la kazanarak Beşiktaş'ın çeyrek final umutlarını mucizlere bırakıyordu. O dönem altı grupla oynanan Şampiyonlar Ligi'nde, liderlerin yanı sıra iki tane de en iyi ikinci takım direk olarak çeyrek finale yükseliyordu. Paris'teki son maça ev sahibi 9, Beşiktaş ise 6 puanla ve -1'er averajlarla çıkıyordu. Kara Kartallar Paris'te kazansa bile en iyi ikinci kontenjanına girme şansı yok gibiydi. Maçın başlarında mağlup duruma düşen siyah beyazlılar, Şifo'yla eşitliği yakalasa da ikinci yarıda gelen gole engel olamıyor ve ilk Şampiyonlar Ligi macerasını noktalıyordu.

Grupta Bayern 12 puanla lider olarak çeyrek finale yükselirken, 9 puanla ikinci olan PSG, 6'şar puanlı üçüncü Beşiktaş ve dördüncü Göteborg Avrupa kupalarına veda ediyordu.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Uzaktakiler

Tomas Zapotocny, 2008/09 sezonunun başında Udinese'den 4,5 milyon avroya transfer edilmişti. Çifte kupayla noktalanan sezonda toplam 32 maça çıkan Zapo, 1'i Türkiye Kupası'nda Trabzon'da son dakikada 2-1'lik galibiyeti getiren olmak üzere, 3 gol kaydemişti. Yeni sezonda ise yabancı enflasyonunun bir kurbanı olarak Bursaspor'a kiralanmak zorunda kaldı. 8. haftası geride kalan ligde, 7 kez forma şansı bulan Çek savunmacı, takımının 2-1 kazandığı Kasımpaşa maçında rakip fileleri havalandırdı. Yalnız hatırladığım kadarı ile kendisi, siyah beyazlı yönetimin kiralama sözleşmesine koydurtmaya çalıştığı "Beşiktaş'a karşı oynayamaz" maddesine karşı çıktı. Bakalım 17. haftadaki maçta Zapo, İnönü'de olacak mı ?

Beşiktaş'ın kiradaki yabancı stoperlerinden diğeri Gordon Schildenfeld, 2008'in başında Dinamo Zagreb'ten fazlasıyla ilginç bir öyküyle 1,7 milyon avroya transfer edilmişti. Rivayet odur ki, esasen aynı takımda forma giyen Dino Dpric'i almak isteyen Beşiktaşlı yöneticiler, bu oyuncunun vakt-i zamanında bir maçta rakip tribünlere "edep yerini" gösteren görüntülere denk gelmiş ve bunun üzerine rotayı Schildenfeld'e çevirmişti. Schildenfeld, kısa Beşiktaş macerasında 9 kez ligde boy gösterebilmiş, sonraki sezonda Alman 2. ligi'nden Duisburg'a kiralanmıştı. Bu sezona ise Strum Graz'da başlayan Hırvat oyuncu, şu ana kadar lig, kupa ve UEFA'da mücadele eden takımında 17 kez forma şansı buldu. Geçen haftalarda takımı İstanbul'da Galatasaray'la 1-1 berabere kalırken yakından gördük kendisini en son. Zapo gibi o da 2011'e kadar sözleşmeli olduğu eski takımına mesaj yollar gibiydi.

6 Ekim 2009 Salı

Gol sorununa ütopik çözümler


Rüzgar gibi geçenlerden Oscar Cordoba, 2010 Dünya Kupası elemelerinde Kolombiya'nın Şili ile yapacağı milli maç aday kadrosuna davet edildi. 39 yaşındaki tecrübeli eldivenin ayak bileklerine hakimiyeti de hazır malumunuzken, ister misiniz devre arasında golcü olarak kendisini tekrar İstanbul'da görelim ?

Enstantaneyi tam hatırlayamayanlara hatırlatma: Oscar, "Sarhoş çıksam da gol yemeyeceğim" dediği maçta Sergen'in Stamford Bridge'i 2. kez sessizliğe iten golünü kutluyor...

4 Ekim 2009 Pazar

Kaos teorisi

Bir sonucu meydana getiren etkenler bazen o kadar birbirinden bağımsız, değişken ve fazladır ki, söz konusu durum için kesin bir kanıya varmak çok çok zordur. Hatta bu olguyu doğuran faktörlerin kendilerinin bile aslında bir şeylerin sonucu olduğu göz önüne alındığında kucağımızda nur topu gibi bir kaos teorisi buluruz. Dün gece Dolmabahçe de değme fizikçinin çözemeyeceği böyle bir kurama ev sahipliği yaptı. Karşımızda "çıktı" olarak psikolojik baskıdan dolayı kafalarının emrettiklerini yerine getiremeyen 11 futbolcu, tarihinde ilk kez bu denli derinden bölünmüş bir Beşiktaş kapalısı ve stadyumundan aynı terzinin elinden çıkmış takım elbiseli bilmem kaç koruması eşliğinde ayrılabilen bir kulüp başkanı vardı.

Uzun bir aradan sonra 3 puanı getiren golün sahibi Tabata'nın 8 milyon avroluk bonservis bedeli bir sonuç muydu yoksa bir neden miydi başlı başına bu kaosta, yoksa tribünlerin bölünmüşlüğü müydü tetikleyen o kardeş kavgasını ? Ya da yapılan sayısız ve koskocaman yanlışlar mıydı stadyumu ikiye değil de bilmem kaça bölen ? Başkan ve eşinin protestolara karşın takındıkları tavır bir son muydu yoksa başlangıç mı ? Açtırılan ve açılamayan pankartlar soğuk savaşın en basit temsilleriydi de, Beşiktaş'ı buraya getirenler futbolcular mıydı sorumlu yoksa futbolcuları Beşiktaş'a getirenler mi ? Bilemedim... Bilmek istediğimden de emin değilim.

Maçın ertesi Pazar sabahı İstanbul'a yağan yağmur bu kaosu da alıp denize sürüklese ne güzel olurdu ama... Yakın gelecek, uzak gelecek. Şimdi ikisini de tahmin etmek zor fizikçilerin söylediğinin aksine.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Öyle bir geçer zaman ki #2

2000-01 sezonu başlarken Nevio Scala'lı Beşiktaş'ta Pascal Nouma ve Dmitri Khlestov'dan sonra transfer edilen bir diğer yabancıydı Miroslav Karhan. O dönem 24 yaşında olan Slovak orta saha oyuncusu Real Betis'ten alınmış, 4'üncülükle tamamlanan başarısız sezonun ardından da Wolfsburg'a satılmıştı. 6 yıllık Wolfsburg macerasından sonra Karhan, 2007'de Mainz'e transfer oldu. Hâlen Alman ekibiyle Bundesliga'da top koşturan 33'lük Slovak, tam 88 kez de ülkesinin milli formasını giyme başarısı gösterdi.

Enseyi karartmamak lâzım

Son 6 maçımızdan galibiyetsiz çıktıysak da, bilmem kaç dakikadır gol atamıyorsak da, Şampiyonlar Ligi'nde yine grup sonunculuğunun en büyük adayı isek de, kabul edene kadar yenilmiş sayılmayız. Hem, yenilmek göreceli bir şey değil midir biraz da ? Toprak da olsa, beton da olsa, sökülmüş beyaz çorap ve çamurlu formasıyla, tozlanmış siyah şortuyla, kalbinde kara kartal kabartmasıyla bir topun ardında koşan 11 kişi olduğu sürece bu sevgi kaderimiz ve zorunluluğumuzdur. Beşiktaş ya ruhumuzdadır, ya da hiçbir yerde.